Çocuktum, yani çok çocuktum. Akşam ezanı okununca evde olmam gerektiği kadar… Demir Çelik lojmanlarının afiş durağında oturuyordum. Afiş derken, sinema filmlerinin haftada bir değişen afişlerinin asıldığı ve ufak bir totemin köşe başı olduğu bir sokakta.
Herkesin balkonlarında divanlarını, kocaman masalarının, güneşliklerinin ve yağmurdan korunmak için yaptıkları sacların bulunduğu bahçeli evlerinde büyüdüğümüz mahallem…
Aslında kimse Karabüklü değildi. Komşularımızdan Güler Teyze… Her yaralandığımızda, yaranın durumuna göre bir et parcasını yahut şişkinlik durumuna göre bir somun ekmek parçasını yaramızın üstüne basan, annemden sopa yememek için kapısına sığındığımız o sert ama kıyımsız teyzemiz…
Laz teyzenin oğlu memleketten şahin getirip onu ciğerle beslemesi… Satiye Teyzenin evinin bahçesinde ufacık kümeslerinde büyüttükleri tavuklardan alınan yumurtaları… Cuma akşamları abimlerin peşine takılıp yazlık sinemanın oraya kadar gidip bilet paramız olmadığından kenardan ağaçlara tırmanıp izleyebildiğimiz kadar film izlemek…
35 sene sonra hâlâ ordan geçerken o ağaca nasıl tırmandığımı hatırlıyorum.
Biraz daha büyüdükten sonra pazar sabahları kapalı sinemadaki 2 film peş peşeleri hatırlarım, hatta kapıda duran sinema biletinine bakan gardiyan kılıklı kulakları kırımlı o sert adamı da… Her film çıkışında abimlerin karate hareketleri yapmaları gözümün önünde!
İlkokul zamanları okula gidip gelirken ve arada öğle yemekleri için eve gidiş dönüşlerde mevsimine göre bahçelerdeki erik, şeftali, kayısı, elma, ayva, ağaçlarına, üzüm asmalarına dala dala, ağzım yemiş dolu, suratımda kocaman bir sırıtışla.
Vardiya diye bir şey vardı, sonra adını servise çevirdiler. Babamları otobüsle almaya gelirdi belli saatlerde. Öğlenleri beraber beklerdik, babam binince Kız Meslek Lisesi’nin kapısına dek otobüsle yarışırdım. Sonra okula giderdim.
Üç tekerlekli bisikletle başlayıp büyüdükçe güven çemberimizin de büyüdüğü, bisikletlerin vites arttırdığı, BMX, Polo, Pinokyo, 16’lık, 18’lik bisikletlerle diğer mahalleleri dolaştığımız, Dere Evler, 52 Evler, Yenişehir, Çamlık, Anıt. Hoooppp aynı yollar tekrar geriye!
Kübanaların arkasına yapılan ilk spor tesisi ve parkı… Kızıl sahanın park haline dönmesi ve dönerli kaydırakların bir süre branda altında korunması ve bizim bekçilerden kaçarak o kaydıraklara kaçak binmelerimiz…
Sonra Şapka Büfe! Hâlâ orada duran, üzerindeki saatten vakti tayin ettiğimiz o minicik, sevimli, zaman ve mekan bildiren buluşma noktası.
Mühendisler kulübünün önünde bugün de okul dönüşü ergenlerin dertleşme sığınağı olan o otobüs durağı… Aradan Havuzlubahçe tarafına geçiş… Koca koca dut ağaçları…
Sonra Yazlık Sinema’nın eski elektrik bakım binasının yanından, stad ve kapalı spor salonu. Oradaki asla filesi takılmayana bizim tarzancılık oynadığımız basketbol potaları…
Bütün bir çocukluk, anılar, dünyanın en güzel sokakları… Fabrika babalarımıza iş, bize sokaklarında koşulacak bir hayat verdiği için değerliydi…
Peki ya şimdi?