Zühal İzmirli’den…
Karabük Demir Çelik Fabrikasının kurulmasıyla eleman alımları başlamış; barınma, giyecek, yiyecek gibi temel ihtiyaç maddeleri eksikliği oluşmuştu. Bu yüzden Karabük’e olan göçler artmış, çarşı kurulmuş, dükkânlar açılmış, esnaflar, tüccarlar çoğalmıştı.
Yüzevler’de otururken sıcak yaz gecelerinde hemen yakındaki pastanenin vanilya kokusu burnumuza dolar, teyzem ve arkadaşları elimden tuttuğu gibi kaymaklı sütlerden yapılan dondurma almaya yollanırdık. Hacı Baba pastanesinin pastalarının güzelliği de unutulmazdı. Hatta kardeşim her okul çıkışı pastanenin vitrinini seyretmekten eve geç gelirdi. Her şey doğal her şey taze her şey en lezzetli… Sütçüler, kalaylı bakraçlarda iki parmak kaymaklı yoğurtlarını satan köylüler ise evlerin her günkü satıcıları, evimizden biriydi sanki. Gazete satanlar ise olmazsa olmazlarıydı hanelerin.
İlkokula başladığımda Bayırmahalle’de Sümer Caddesi’nde otururduk. En altta bakkal ve berber vardı. Annem bir şey almaya yolladığında hemen saçımı tarar, kıyafetimi değiştirirdim. Herkes öyleydi, birbirine saygılı… Ben kimseyi pijamayla sokakta görmedim. Dondurulmuş kavurmalardan, rengârenk yumurtalara; yuvarlak tahta kaplarda satılan ‘bulama’ dediğimiz üzüm balından, yaz helvasına; bakliyattan, oyuncağa kadar evimizin acil ihtiyaçlarını giderebiliyorduk buradan. Ama bana enteresan gelen; bakkalın, arka kısmındaki odada, çevredeki haddehanelerde çalışan işçilere yemek vermesiydi. Yorulmuş, ter içindeki işçiler; okul sınıfı gibi düzenlenmiş sıralara oturur ya üzüm ekmek ya helva ya da tahin pekmezle ekmek veya zeytin ekmek yerler, ben de kapıdan merakla seyrederdim.
Fırıncı Şükrü İbiş Amca babamın iş yeri komşusuydu. Yuvarlak ekmekler çıkarırdı, Ramazan’da da pide… Francala ve tava ekmeği çeşidinin çıkmaya başladığı gün, nasıl mutlu olduğumuzu hiç unutmuyorum.
Babam bir esnafa helva makinası yapmıştı, onun için mi yoksa o sıcacık çekme helvaları uzatarak sıcak ekmekle yemenin doyulmaz lezzeti mi bilinmez, sonraları da başka helva yiyemez olmuştuk. Akşamüstü kahvaltılarımızın doyulmaz lezzeti olmuştu bu helva. Tabii her öğleden sonra, “Çankırı’nın ununda, Karabük’ün suyundan, yeni çıktı fırından…” nakaratıyla geçen yaşlı simitçimiz de unutulmaz. Aynı zamanlamayla geçen galetacı da… İşportacılar tekerlekli tahta arabalarını sürerek mahalle aralarında dolaşırlar; mevsimine göre dut, çavuş üzümü ya da kiraz satarlardı. O zaman da kahvaltımız üzüm, dut, peynir, ekmek olurdu.
“Eskiler alırım.” diyerek geçen satıcının, evden verilen eski giysilerin yerine mandal, naylon kova ve leğen vermesi de hoştu. Destancılar geçerdi ellerinde bir deste kâğıtla. Halk destanlarını gayet şiirsel okurlar, isteyenlere 10 kuruşa satarlardı. Pek meraklıydım; o gür sesi duyduğumda hemen fırlar, alır, okurdum. Kalaycılar, bıçak bileyicileri, hallaçlar, ayakkabı boyacıları, bozacılar da belli saatlerde bağırarak geçerlerdi.
En üzüldüğüm de ellerinde kocaman bir sırıkla teflerini çalarak geçen ayı oynatıcılarıydı. Bir zincire bağlı ayıcığın sahibi ne derse yapması içimi acıtırdı. Adam, “Kadınlar, hamamda nasıl bayılır?” dediğinde, yerlerde yuvarlanan ayının ve denilen sözün garipliği beni etkiler, gülerek seyredenlere içimden çok kızardım.
Geceleyin Yüzevler’deki ahbap ziyaretinden dönerken istasyona doğru giden caddenin üzerindeki pastanede; yuvarlak masalarda, metal kadehlerde servis yapılan dondurmalardan ya da tek tek satılan pastalardan, lezzetli limonatası eşliğinde yemek için özenirdik. Çocukluğumun en mutlu aile coşkusuydu o anlar.
Her çocuk gibi çereze düşkündüm. Çarşıda kırık leblebi satan dükkânın önünden geçerken yanık kavurma kokusu mest ederdi beni. Okul dönüşü ise cadde üzerindeki ilk açılan çerezciden şekerli leblebi tozu alır, yerken birbirimize “Yusuf” dedirtip yüzümüzü gözümüzü leblebi tozu içinde bırakırdık. Daha sonraki yıllarda ay çekirdeği modası başlamış, Yenişehir’deki çocuklar, ellerindeki kutulara doldurdukları külahları satmaya başlamışlardı. El arabasında Yenişehir Sineması’nın veya Demir Çelik Lisesi’nin çitlembik ağacının altında, “Harika!” diyerek kuruyemiş satan Aydınlı’yı da unutmamak lazım. El arabasıyla tabak, kaşık satan Mahir geldiğinde ise Yenişehirli kadınlar arabanın başına toplanır, deftere yazdırdıkları isimleriyle taksitle alışveriş yaparlardı. “Orlonlar, perlonlar, naylonlar…” sesini duyanlar koşardı. Hizmetin ayağına geldiğini duyanlar memnun olurlardı.
Okul önündeki satıcıları da unutmak mümkün mü… Kollarımıza bilezik diye takarak yediğimiz beyaz halkalar ne de lezzetliydi. Ördek, baston, çember şeklindeki pandispanya satıcıları, Karabük’ün minik, lezzetli kuzu kestanelerini mangalını yelpazeleyerek, elindeki maşayı tıngırdatarak kebap yapan satıcılar; tahta arabasındaki pedalına basarak beyaz, pembe pamuk helva yapan amca, rengârenk macunları tahta çubuğa dolayarak veren macuncular; sarı, kırmızı horoz şekerlerini, kıpkırmızı elma şekerlerini satan seyyarlar; camekanlı, alüminyum kutuları kollarına takan koz helvacılar, keten helvacılar; kırmızı beyaz baston şekerciler, nane şekerciler, rengârenk şekerli leblebiciler, şambaba tatlıcıları, bardağa suyuyla turşuyu dolduran satıcılar… Çoğu bembeyaz önlükleri ve lastikli kolluklarıyla satış yaparlardı. Satıcılar genellikle camekân içinde ya da camlı arabalarda bulundururlardı ürünlerini yalnız simit, halka satıcıları bir sopaya dizerlerdi. Şerbet ve limonata satan seyyar satıcılar da beyaz önlüklerinin önündeki bardaklıklarıyla sırtlarında taşıdıkları defne dallarıyla süslü güğümleriyle bağırarak gezerlerdi.
Atatürk İlkokulu’nda okurken her okul çıkışı tahta köprüden geçer, pasajdan çarşıya çıkardık. Pasaj içindeki Altın Makas terzisi de Karabüklülerin gözdesiydi. Pasajdaki matbaanın nasıl çalıştığını çok merak eder, harfleri tek tek sıralayarak dizgiye ve baskıya hazırlayan ustayı hayretler içinde seyrederdim. Bir kitabın baskıya hazırlanışının ne denli zor olduğunu, her kitap okuyuşumda anımsar, bu işi yapanlara saygı duyar, okuduğum her kitabı özenle korurdum.
Çarşıdaki mağazaların vitrinleri ilgimizi çekerdi. Hele annemin pazar harçlığından biriktirip her ay bir porselen biblo alma hobisine biz de katılır, “Bu ay bunu almalı.” diyerek seçim yapardık. Belki de biblolara olan düşkünlüğümün ilk temelleri, annemin zar zor para biriktirerek aldığı porselen biblo koleksiyonuydu.
Halkın her türlü gereksinimi için Yenişehir’de Gima mağazası açılmıştı. Yanındaki Yenişehir Kasabı Şeker’a da halkın et ihtiyacını karşılıyordu. Biz etimizi babamın tanıdığı hal içindeki kasaptan alırdık. Etleri tahta kütüğünde dövüp, zevkle kâğıda dizişini ve Karabük ormanlarından toplanan yoğun kokulu dağ kekiklerini bolca serpişini hiç unutamam. Oldum olası mesleğini özenerek, severek yapan kişilere saygı duymuşumdur. Eminim ki her çocuğa örnek olmuşlardır.
Hal içinin ortası boş bırakılmış, çevresine Karabük halkının her türlü ihtiyacını karşılayabileceği dükkânlar yapılmıştı. Karadenizli bakkalı hatırlıyorum. Çuvallar içinde olurdu bakliyatlar, her çuvalda şaşulalar… Ya manav Zühtü! Bamya almaya çekinirdik. Çünkü bamya deyince hemen kaşınmaya başlar, fena olur, alerjisi tutardı. “İşte orada, sen doldur, ben tartarım!” derdi. Aşerenler için Ankara’dan isteklerine göre turfanda meyve sebze getirtirdi. Öylesine hassastı. Sakatatçı, gözlükçü, Paris Terzisi…. Ya balıkçımız! Yuvarlak tahta mavi ve kırmızı boyalı tezgâhında Karadeniz’in tazecik balıklarını satardı. Her zaman balık gelmezdi. Ellerinde balıkla geçenleri görünce hemen fırlar, istasyondan hale doğru balık bitmeden almak için koşardım. Küçücüktüm ama o uzun yolu balık sevdasına giderdim. Herkes seslenirdi birbirine, “Hale palamut, kalkan, lüfer, uskumru gelmiş!” diye. Balıkçı, balığın yüzgeçleri arasından geçirdiği sicimi, parmakta taşınabilecek gibi düğümler elimize verirdi. Parmağıma bir ya da iki balığı takar, sallaya sallaya eve dönerdim. Artık arkamdan kediler mi gelirdi köpekler mi aldırmadan…
Foto Bingör ve Foto Vedat da Karabük’ün ilk fotoğrafçılarındandı. Hatta fotoğraf makinelerinin çok az olduğu o yıllarda, bayram ve özel günlerde evimize fotoğrafçı gelir, aile fotoğraflarımızı çekerdi. Hepimiz o gün çekim için özel giyinir, süslenirdik. Onlar Karabük’ün görsel bellekleriydi o yıllarda…
Bartınlı Hayri Amcamız vardı kahvaltılık satan. Güler yüzlü konuşkan satıcı herkesi tanırdı. Güven otobüslerinin yanında Kefeli Amcamız da sucuk, pastırma, zeytinyağı satardı hatırladığım kadarıyla…
Çarşının ana caddesindeki Yıldız Mağazasına bayramlık ya da mevsimlik kumaş almaya giderdik çoluk çocuk. Hepimiz kendi zevkimize göre kumaşlarımızı beğenirken naftalin kokusu gözümüzü burnumuzu yakardı. Saten ve krep karışımı çiftliksattıran kumaşları, şifonlar, kabarık benekli pandoralar, ipek satenler, ketenler hepsi çok kaliteli ürünlerdi. İstasyona giden caddede bulunan Sümerbank ise yerli kumaşlarımızı ve birçok ihtiyacımızı karşıladığımız uygun, güzel ve hiç vazgeçmediğimiz mağazamızdı.
Karabük’ün ilk ayakkabıcılarından Ali Amca’yı hatırlamamak olmaz. O da aynı cadde üzerinde bulunur, bayramda hangi ayakkabıları alacağımızı hayal ederdik. Annem, “Hadi ayakkabı almaya gidelim.” dediğinde ruhum sevinçle dolardı. Ali Amca’nın deri ayakkabılarının kalitesi tartışılmazdı. Yerde üst üste belli bir düzen içinde bulunan kutuların üzerinde ayakkabılarını sergilerdi. “Şu nubuk, çarık modeli ayakkabı mı olsun, yoksa bilekten bağlı mı? Yok yok şu hasır desenli deri ayakkabı daha güzel! Hayır rugan alayım…” ikilemleri arasında gelir gider seçtiğim ayakkabıyı evde birkaç gün seyrederdim her çocuk gibi. Pahalıydı ayakkabılar. Bu yüzden ayakkabı tamircileri revaçtaydı. Tam pençe, yarım pençe, zaman zaman da tabanlarına kabara, ayakkabı burunlarına ise demir çaktırırlardı.
Bazı esnaf, taksitli satış yaptığı müşterilerine eğer kadınsa adını sormanın ayıp olduğunu düşünür; mavi elbiseli kadın, şapkalı kadın gibi sıfatlarla hesap açardı. Öylesine güven ve nezaket vardı.
68’e kadar konfeksiyon olmadığından kumaşçılar ve terziler çok revaçtaydı. Annemin terzi işleri için sık sık malzeme ihtiyacı doğar, çarşıdaki tuhafiyeci Kemal’de soluğu alırdı. Annem; düğme, kurdele, çıt çıt, agraf makara alırken sıkıntıdan bunalırdım. Ne de uzun sürerdi bu detaylar, hele dükkân kalabalıksa… Sıra kolonya almaya geldiğinde keyfim düzelirdi zira fısfıslı cam bidonlardaki rengârenk kolonyaların kokteylini seçme şansını annem bana verirdi. Gizli çiçek, tütün, çam, beyaz zambak, gül, leylak, altın damla, limon kolonyalarından istediğim karışımı satıcıya söyler, Eyfel Kulesi boş cam şişemize yeni kokular üretirdim.
Hal merdivenlerinin karşısında makyaj malzemesi, incik boncuk, parfüm satan Tahsin vardı. Tüm ürünleri çok kaliteliydi. 60’lı yıllarda aldığım bir bijuteri bilezik bile bugün ilk aldığım günkü gibi duruyor.
Bavullar gerçek deri olduğundan, yolculuklarda çok çabuk aşınır, kirlenirdi. Çarşıdaki Beyaz Saray Pasajı’nda brandadan, köşeleri deriyle karışık kılıf diken bir terzi de epey revaçtaydı. Aynı pasajdaki bir gümüşçü de sipariş yüzük, kolyeler yapardı. Adımızın baş harfinin yazılı olduğu gemi ve çapa motifli kolyelerden ya da öğretmenlerimizde görüp çok beğendiğimiz yüzüklerden alelacele pasaja koşup, “Gümüşçü Amca bana öğretmenimin yüzüğünün aynısından yapar mısın?” diyerek objeleri sallanan yüzükler yaptırdığımız o sanatkâr amcamız ne de hünerliydi. Gümüş ise bir çocuğun harçlığını biriktirerek alabileceği kadar uygundu o yıllarda. Aynı sırada ünlü firmaların ürünlerini, saatlerini satan İnci Mağazası vardı.
Karabük çarşısında beyaz eşya satan Azmen, Aziz Sürmen ve Donkel; konfeksiyon satan Portakal; manifaturacı Dizdarlar, kumaşçı Demirman; halıcı Hacı, halıcı Mahir, Atay Mobilya da tanınmış mağazalardı. Sonraki yıllarda Atatürk İlkokulu karşısında dükkân açan parça kumaşçı Sadık’ın, uygun fiyatla sattığı parça kumaşları çok rağbet görmüş, dükkânı günün her saatinde tıka basa dolmuştu. Tepeleme yere yığdığı kumaşların üzerine çıkar, bu da çok güzel, bu da deyip aralarından çeker müşterilerine sunardı.
Küçüklüğümüzde mantolarımızı, pantolonlarımızı Terzi Besim dikerdi. Mecmualardan model beğenirdik babamla. O da onaylarsa dikilirdi. Zamanın önemli terzilerindendi Besim Amca. Okula beraber gidip geldiğimiz arkadaşım Nevin’in babası Saatçi Şevket de Karabük’ün ilk saatçilerinden, çok iyi bir ustaydı.
Karabük merkezdeki meydanın yuvarlak binasındaki Gazeteci Hasan Amca’nın masal kitapları, okuma merakımı arttırıyordu. Çok şık albümler, objeler, kaliteli oyuncaklar, kitaplar satar; annem alışveriş yaparken ben de tezgâhın üzerine dizili kare şeklindeki masal kitaplarının kokusunu içime çeker, annemle anlaştığımız gibi her çarşıya çıktığımızda üç tane alırdım. En mutlu olduğum anlar, masal kitaplarımı seçtiğim anlardı.
Gazeteci amcanın dükkânından aşağı caddeye doğru dönerken Singer Mağazası vardı. Kadınlar orada kurslara katılıp dikiş nakış öğrenmişler, bir dikiş makinesi sahibi olma çabası içine girmişlerdi. Elbiselerini ya terziye verecekler ya da kendileri dikeceklerdi zira 65 yılına kadar triko dışında hazır giyim yoktu o yıllarda. Karabüklü kadınlarımız da şık giyinmeyi seviyordu. Herkes itinalı ve tertipliydi.
Dolmuş duraklarının bulunduğu caddede iki öğretmenimin kitapçı dükkânı vardı. Ali Rıza öğretmenimle Muhsin öğretmenim Soykan Kitabevini açmışlardı. Her türlü müzik aleti de satılıyordu burada. Ortaokul yıllarımda masal kitaplarından romanlara geçmiş; kalın ciltli, karton kapaklı, şık klasikleri okumaya başlamıştım. Babamın buradan aldığı, yıllardır çok istediğim akordeonla da müziğe adım atmıştım.
Kim bilir hafızamızın derinliklerinde daha neler neler buluruz… Hepimizin anıları vardır esnaf amcalarımızla… Benimse 50’li 60’lı yıllardan bazılarının isimlerini bazılarının da mesleklerini anımsayabildiklerim şimdilik bu kadar… Sevgiyle kalın…
*Yazı http://www.yenisehirmiras.com için Sevgili Zühal İzmirli tarafından kaleme alınmıştır, paylaşırken kaynak göstermenizi rica ederiz.
Değerli arkadaş ben atatürk ilk okulunda okudum bizleri geçmişi yaşanttı niz o günkü karabük yaşanacak yerdi okulun önündeki simitcisini iyi bilirim söyledikleri yalnız şöyle idi ankaranin unundan çankırının tuzundan karabükün suyundan gevrek simit 25 kuruşa derdi beyaz sarayın üst tarafında şimdiki bedesten in olduğu yerde biz çocuklar için oyun ve eğlence ve çatpat satan mahmut abi vardı o karabük bambaşkaydı iyi sağlıklı günler
Ali Bey, değerli yorumunuz için çok teşekkür ederiz!
Bir an daldım gittim Karabük ün hatıralarına, Ankara caddesinde site açıkhava sinemasını da rahmetli Müslüman Osman amcamizin açıkhava balkonundan izlerdik, kaleminize sağlık.
Zuhal hanım ve Seba Gulay hanımlara çok çok teşekkür ediyorum çok duygulandım fevkalede mükemmel bir anı eski bir Karabuklu olarak o anları bana yaşattınız sizleri kutluyorum saygı ve hurmelerimle sağlıklı kalın Mehmet KOÇ
Bende Atatürk.ilkokulunda okudum.ogretmenimiz Neriman hoca idi.
Mekanı cennet olsun. Tahtakoprunun oradaki esnafspor lokaline masatopu oynamaya giderdik. Ankara caddesi mahallemizde.pazar günleri site sinemasında Western seyrederim.rahmetli gamsız antrenorumuzdu. DDY sahasında sabahtan akşama top oynardık.
Elinize kaleminize sağlık 1963 yılında 6 yaşında Karabük e geldim Cumhuriyet ilk olulunda Babam öğretmendi çarşamba pazarı soğuksu tenekeci mahallesinde oturduk karşıda makasbaşı sahası vardı sonra Yeni mahalleye taşındık 6 ev vardı Atatürk mahallesi oldu sonra 2009 da terkettik Karabükü evimiz hala duruyo 3 kat Atatürk mahallede Anne Baba rahmetli ev boş kıracı falan yok yine gidip heliyoruz Katabük e bi oğlum işini oraua taşıdı Öğlebeli sanayii sitesinde neler yaşadık ne hatıralat var teşekkür ederiz hatırkattınız maziyi
Merhabalar Zuhal hanım seba Gülay hanım, çocukluğumuzu geçmişimizi güzel halicimizi ,saygiildeger esnafların güzelliklerini yüreklerimizde yesertiniz.guzel Karabük umuzden bugunumuze kalan koca binaların gölgesinde cancekisen bugünkü esnafımızın düşündürücü halı.ben bahse konu manav Zühtü güzel in,bamya hikayesine konu esnaf kızı semra.sevgi ve saygılarımı sunuyorum.zuhal hanım,seba Gülay hanım,Ali bey çok güzel yorumlarınız için tekrar teşekkürler diyorum.
Merhabalar,yüreğinize,emeğinize sağlık diyorum.saygi duyulacak bir emeğe imza attınız, eski Karabük umuz bu yazınızda güzel bir nostalji hatiraylariyla eskiyi yaşıyor olmalı.ben halıcı esnaflarından bahse konu Erzurum manavı Zühtü güzel bamya macerası…mekanı cennet olsun babacim , bamya sebze olarak evimize gelirdi ama babamın bulunduğu soframıza bamya yemeği yer almazdı.sevmedigi bamyadan bizleri mahrum bırakmayan güzel bir yüreği vardı.okul çıkışında halicine babamın yanına uğramak ayrı bir zevkti.guzel Karabük umuz o güzellikleri özlemle anıyorum,sevgiyle kalın.tekrar teşekkürler emeklerinize yüreklerinize sağlık. Semra
Semra Hanım, bu çok kıymetli yorumunuz için ne kadar teşekkür etsek azdır… Merhum babanıza rahmet diliyoruz. Sizin de hatıralarınız varsa yayımlanmasını istediğiniz muhakkak bekleriz. Sevgiyle…
Karabük te havuzlu bahçemiz,sinemalarimiz,okullardaki musamerelere tiyatro kültürünü yaşatmatmalari, öğretmenlerimizin bizler için ne kadar değerli olduklarını düşünmek çok güzel duygular.birgun belediyede çalışıyorum,öğlen yemeğinde babamın yanına gidip o huzur verenmanav dükkanında yemek yemeyi çok severdim,babam ne istiyorsun söyleyelim kızım dedi.ben musakka dedim, babam kızım köfte işte napicaksin musakkayi dedi, köfteci Rasim amcam sevgilerimi gönderiyorum ailesi kardeşim özer, kuzenleri kofteleriyle hala karabukumuze hizmet vermeye devam ediyorlar.ama Rasim amcamın musakkasi bana can veriyordu sanki,ayrı bir lezzet ve tat vardı.bizler Karabük’te yasayipta anilarimizla mutlu olan mirasçıların,halıcı,Karabük umuzun eski halini sevgiyle kucaklarim.yasayan tüm dostluklara sevgiler,saygılar diyorum.sevgiyle kalin
Var olun! Çok sevgiler, teşekkürler…
Foto Oral, Eski Adliyenin altında dükkanı vardı. Lise çağlarında babam fotoğraf makinası almıştı bana. Okul arkadaşlarımın fotoğraflarını çekerdim. Fotoğraf makinasının metre ayarının tırnağı kırılmıştı. Tamir için Foto Oral’a götürdüm o çocuk halimle. Ancak benim objektifimi değiştirmiş, inç sistemli bir objektif takmıştı. Geri getirip tamiri yapan kişiye söylediğimde ısrarla değiştirmediğini söyledi, ben salağım ve cocuğum ya, itirazlarım sonuç vermedi, babama da anlatmadım. Hiç unutmam fotoğrafçıdan çıkışımda tek yapacağım Allah’ımdan bulsundu, çünkü o çocukluğumun bütün hayalini almıştı.
çocukluğum ve gençliğim hürriyet caddesinde geçtiği için ..esnaflardan hatırlayabildiklerim..terzi memiş,tersi mehmet ulukaya..kolacı ziya,,,şuan güven pastanesinin sahibi mehmet amca…ayakkabıcı deli hamdi…hacı baba pastahanesi,,,anadolu pazarı hilmi güneş…bizim dükkan gelincik mağazası…amcanın mağazası manolya mağazası…konyalı hilmi…beyaz saray mehmet özer..altın makas pasajı…karabük postası gazetesi necmettin abi..foto oral…avukatlardan hüseyin alan…aklıma geldikçe yazarım..