*Seba Hanım’ın telefonla aktardığı anılarından derlenmiştir:
1947’de ben bebekken evimize Nazım Hikmet kitapları aramaya geliyorlar babam yokken, annemin korkudan sütü kesiliyor. Komşumuzun kocasının bir ineği varmış, süt istemeye çekinmişler, sonra öğrenince adamcağız kızmış nasıl söylemezsiniz diye o komşumuzun ineğinin sütü sayesinde yaşamışım. Babam dönüp öğrenince olanları çok kızmış ve savcılığa gidip şikâyette bulunmuş.
Babam iş insanıydı çok işler yaptı. İnan Sigorta’yı kurdu, Karabük’ün ilk sigorta şirketini kurmuş oldu. Tomruk nakliyesi yapardı, tomrukların arasında oyunlar oynardık, tahterevalli gibi binerdik üstlerine.
Yine 1957 seçimlerinde babam Hürriyet Partisi adayıydı. İşler öyle hale geldi ki evimize ramazan topuyla top atıldı, bahçedeydim top benim önüme düştü, iki adım ileri gitmiş olsam o yaşta ölmüş olacaktım belki, babam çok öfkelendi “bunu da mı yapacaktınız!” diye. Diyeceğim o ki erken yaşta birden çok kez yaşamım tehlikeye girmiş.
Şehirdeki ilk telefonlardan biri bizim evimizdeydi. İlkokulda bizi Jandarma ziyaretine götürdüler, orada telefonu tanıtıyorlar “işte çocuklar bakın bu telefon, böyle kullanılır” vs. diyerek… Ben de “Ben biliyorum” dedim. “Nasıl biliyorsun?” dediler. “Evimizde var telefon bizim” diye cevap verdim, tabii evde telefon var, fakat başka kimsede yok ki kimi arayacaksın!
Annem fötr sapkaları eskiyince terliğe dönüştürürdü. Ankara Caddesi boyunca esnaflar ne yapıyorsa çocuk aklımızla izler, öğrenmeye uğraşırdık. Divancıdan divan tamiri yapmayı öğrenirdik, ayakkabıcıdan nasıl ayakkabı yapılır onu… Babam bize boya getirirdi kütükte boya yapardık, bahçede batırdık yapamadık, İrfan amcaya verdik o bize öğretti. Simitçi Hayri İrfan’a ayakkabılarını boyatır, öyle simit satardı.
Okulda bize yerli malı ile ilgili o kadar dikkatli bilgi veriliyordu ki çocuk aklımla fazlaca ciddiye almıştım. “Dışarıdan alınanları yerseniz ülkemiz fakirleşir” denildiği için evdeki yabancı çikolatalara ağzımı sürmez misafire verirdim! Amerikan bezden elbise yapılınca bana ağlamıştım Amerikan bezi giymem diye. Geçimimiz, durumumuz iyiydi, ancak babam okula herkesin alamayacağı türden beslenme götürmemize katiyen izin vermezdi, okulda kuru ekmek yerdim diğer arkadaşlarımdan farkım olmasın haksızlık etmeyeyim diye.
Şam tatlısı satılırdı Atatürk ortaokulunun etrafında seyyarda, annem izin vermez “içine ilaç koyarlar yeme sakın” derdi, hala canım ne kadar istese de alamam şam tatlısı görünce.
50’lilerde bir yazı yayımlanıyor gazetede “Hasta Adam” adıyla, babamla ilgisi yok yani alıntı bir yazı, ancak babam bu nedenle kısa bir süreliğine hapse girdi Soğuksu’da. Babam orada çok üzülüyor mahkumların haline, ısıtma yok bir şey yok. Bu insanlar ölür burada soğuktan diyor, odun kömür aldırıyor. Annemden gizliyorlar durumu, bir süre sonra babam davul zurna eşliğinde karşılanarak döndü eve.
*Seba Gülay Acar’ın http://www.yenisehirmiras.com için anlattığı anılarından derlenmiştir.