İlkokul çocuğu olduğum yıllardan birinde, bir yaz günü babaannem mürdüm rengindeki şal desenleriyle diz altı elbisesi, sıcağa inat kalınca çorabı ve başına bağladığı renkli eşarbıyla beni de alıp Mühendisler Kulübü’ndeki bir gündüz düğününe götürdü. Bütün sakinliğim ve edebimle gözlerimi devire devire oturdum düğün boyu, aklımda onu ikna edip çıkışta Anneler Parkı (Bugün artık Metin Türker Parkı)’na gitmeye ikna etmek vardı. Nitekim dönüşte gözüne kestirdiği çam kozalaklarını bana toplatmak koşuluyla kabul etti. Ağustos sıcağı altında kızgın kaydıraklardan kayıp oflaya poflaya kozalakları hep yanında taşıdığı sakız gibi beyaz bez torbaya doldurmaya başladım.
Kozalaklar yaz sonu bahçede kazanlarda kaynayacak eriklerin, kirenlerin, kuşburnuların alevini harlayacaktı.
Demir Çelik İlkokulu, yani okulumun önünde durup bahçede biraz oturmak istedim bahçe ortasındaki meşhur ağacımızın altında. O ara babaannem Cevahir (Cevarük Hanım)’ın gözleri buğulandı, hiç görmediğim dedemi andı ve henüz birkaç ay önce bir süre kalıp döndüğü Almanya’yla kıyaslayarak “Dünyada Garabük gada güzel hiiiiççç biyyyyer yok!” dedi.
Gözlerimi yine devirdim. İçimden “yaşlı ya ondan!” dediğimi anımsıyorum, nitekim benim için de o yıllarda o cümle “Dünyadaki en saçma cümle” olabilirdi.
Gel zaman git zaman, İstanbul’da iyi bir vakıf üniversitesinde burslu okurken önüme bambaşka kapılar, dünyalar açıldı. 19 yaşımdayken hayatımda ilk kez tam da babaannemin o lafı ettiği yaz 3 ay kaldığı Alman şehrini içine alan 1 aylık bir yolculuğa çıktım. Bir akşam yalnız başıma yürüyüşe çıkınca kayboldum ve kendimi sanki zaman tünelinden geçmiş de Yenişehir’de bulmuş gibi hissettim. Almanya’nın ağır sanayi mirasını bize sunduğu 1930’lu yılların mimari, şehir plancılığı birbirine çok benzeyen iki manzarayı döktü önüme.
Sonraki günlerde ve yıllarda Avrupa’dan Orta Asya’ya çok sayıda ülkeyi, kenti görme fırsatı yakaladım. Her gördüğüm yerde Karabük’ün aslında ne büyük zenginliklere sahip olduğunu ve bizim ona asla hak ettiği kıymeti vermediğimizi seyretme zulmünü yaşadım. Her bir ilçesi için başka muazzam örnekler aktı önümden. Özbekistan kırsalında Safranbolu’daki fosilleri nasıl atladığımızı, Avusturya’nın dağlık kasabalarında Yenice Ormanları’nda yapılabilecek sayısız uluslararası toplantıları, Kore, Almanya, Finlandiya gibi memleketlerin el üstünde tuttuğu endüstriyel mirasa olan umarsızlığımızı fark ettim.
19 yaşında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı’na büyük serzenişle yazdığım bir eposta üzerine dikkate alındım, fakat gösterdiğimiz çabalar, çalışmalar yerelde bir türlü karşılık bulamadı; bu kez de Karabük’ün nobranlaşan, ruhsuzlaşan diğer yüzüyle karşılaştım.
Gazeteci ve iletişim stratejisti olarak iyi bir kariyeri, iyi bir yaşamı İstanbul’da bırakıp içimde yara olan hayallerin peşine de düşerek biraz, oğlumu alıp 6 yıl önce yeniden döndüm Karabük’e. Niyetim bir süre gözlemlemek, sonra belki yarıda kalan işleri yeniden ortaya sermekti; ama şehre sinmiş isteksizlik de gözümü korkutuyor, değersizlik hissi yaratıyordu.
Bir sonbahar günü o zaman 3 yaşında olan oğlum “Ateş” ile birlikte Yenişehir’de bir yürüyüşe çıktık. Yenişehir Sineması’nın önünde durup boş binaya, yumuşak Ekim Güneşi altındaki hüzünlü haline baktım, yutkunamadım. O sırada Münci Tangör yapısı bu eşsiz binaya ağzı açık bakan oğlum döndü ve çocuksu konuşmasıyla;
“Anneçiiim, ne kadar güsel bir ev değil mi! Keşke bisim de evimis olsa!” dedi.
Ben çocukken gözleri dolarak Karabük’ü yerlere göklere koyamayan babaannem gibi gözlerim dolu dolu cevap verdim.
“Orası zaten bizim evimiz oğlum” dedim.
Dedemin ilk bekçilerinden olduğu, babamın fuayesinde büyüdüğü, benim büyük aşkla duvarlarına, opera çukuruna bakarak dolandığım; filmler, tiyatrolar izlediğim, terasında ilk kez âşık olduğum o sinema binası bizim için ruhumuzun eviydi.
Bugün yeniden üzerine titrediğim endüstriyel miras çalışmaları; www.yenisehirmiras.com ile Karabük’ün dijital hafızasını, anılarını, aile albümünü kurma telaşı; Zamanda Yolculuk Rotaları ve daha birçok projenin fitili, o gün oğlumun bana babaannemin söylediği sözü hatırlatan cümlesiyle ateşlendi.
“Dünyada Karabük kadar güzel bir yer yok”
Çünkü o bizim evimiz.
Öyle kalacak.
Mavi “Ateş”le büyüyen bu ovanın tüm insanlarına ve bana yolculuğumda omuz olan tüm büyüklerime sevgi ve hürmetle.
İyi ki varsınız.
Ayşegül Tabak
Kaleminize sağlık. Eski güzel günleri yeniden yaşamak imkansız artık kentimizde.Bozulanı onarmak ta. Hayalimizde kalacak, ne yazık ki…
Bu içtenlikli yazınızı kah hüzünlenerek kah duygulanarak okudum. Yüreğinize sağlık. Karabük ‘ümüzün endüstriyel miras çalışmaları konusundaki özveriniz beni umutlandırdı. Zaman içinde bu güzel kentin duyarlı insanlarının size verecekleri desteklerle amacınıza ulaşacağınıza yürekten inanıyor ve bu çabalarınızdan ötürü bir Karabüklü olarak size teşekkür ediyor sevgilerimi sunuyorum. Zühal İzmirli
Tebrikler;
Çok güzel yazmışsınız. Emeğinize sağlık. Uzulmeyiniz. Ülkemizde halen iyi ve faydalı şeyler yapmak halen Çok zor, ancak bu durum sizlerin moralini bozmasın. Tam tersi hayal edip, hep birlikte üretmeye devam etmeliyiz.