*Ayşegül Tabak
Bir zamanlar Karabük’te hayatın merkezi olan Yenişehir sosyal tesislerinden Mühendisler Kulübü, uzunca süredir harabe haldeydi. Kardemir yönetiminin ve YK Başkanı, Bakan Yardımcısı Dr. Alparslan Bayraktar’ın da dikkatini çeken tesislerin durumu ivedilikle ele alındı ve 1 yıl içinde Mühendisler Kulübü YENİŞEHİR KULÜBÜ adıyla aslına uygun biçimde restore edildi. Kardemir Bakım Onarım Müdürlüğü’nün yaptığı titiz çalışmayla kulüp yeniden pırıl pırıl bir hale büründü. Henüz hangi şekilde işlevlendirileceği belli olmasa 3 Nisan Günü kulübün kapıları ilk kez halka açıldı. 86. yıl için hazırlanan Karabük Demir Çelik Fabrikaları kitabının lansmanının yanı sıra bir de sergi açılışı yapıldı. Kitabı hazırlayan ve fabrikada eşsiz fotoğraflar çeken atan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Kamil Fırat’ın 30 fotoğrafıyla hazırlanan bu sergi 23 Nisan akşamına dek Yenşiehir Kulübü çatısı altında herkesin ziyaretine açık olacak.
Bu vesileyle Kamil Fırat ile fotoğrafları ve Karabük’e dair bakış açısı üzerine söyleştik;
Başta Anadolu Arkeolojisi, Adatepe Taş Mektep ve Mimar Sinan eserleri hakkında köklü çalışmalar, çabalar ortaya koydunuz. Çalışmalarınız öyle çarpıcı ki birçok başarıya imza attınız. Hem endüstri hem de mimari alanındaki eser üreten bir fotoğrafçı olarak işin yalnız estetik kısmına değil miras kısmına da odaklandığınızı görüyorum. Hem Adatepe Köyünün tarihsel mirası hem de Mimar Sinan’ın geniş kitlelere ulaştırma çabalarının yanısıra, şimdi bir endüstriyel miras sınıfına girebilecek KARDEMİR (Karabük Demir Çelik Fabrikaları) ve onun mimari-sosyal mirası için henüz biten çalışmalarınız size neyi ifade ediyor? Neden önemli korumak bu mirası?
Tarihin bir dönemine ilgi duymak, ona yönelmek anlaşılır bir şey. Ancak benim için tarihin bütününe karşı sorumluluk hissetmek daha anlamlı. 10.000 yıl önce de bizim, 50 yıl önce de bizim. Bu toprakların tarihinin toplamıyız biz. Dolayısıyla onun bir bölümünü almak, diğeri kalanları gözardı etmek çok anlamlı değil. Anadolu’nun bütünü heyecan verici… Çatalhöyük’e gidip heyecanlanmamak, Xantos şehrinde hüzünlenmemek, Ayasofya’ya, Selimiye’ye girip hayranlık duymamak mümkün mü? Tarihin her katmanından aldığımız bir şeyler var ve biz o tarihin toplamıyız nihayetinde… Bugün yakın tarih diye nitelendireceğimiz 19.- 20.yüzyılın simgeleri olan endüstriyel tesisler ve mimari uygulamalar konusunda genel bir “duyarsızlık” olduğunu söylemek pek yanlış olmaz sanırım. İçinde olunup, içeriden bakılanlar biraz değersizmiş ve tarih yapıcısı değillermiş gibi muamele görüyor. Örneğin bugün Cumhuriyet öncesi ve sonrasına dair kaç endüstri tesisi işlevini yitirdikten sonra korunabildi… Eğer yapısı bir değer özelliğine sahipse başka fonksiyonlar yüklenerek (müze, kültür merkezi, otel, konut vb. gibi) ayakta tutulma yoluna gidiliyor. Oysa o mekanların gerçek fonksiyonlarıyla, makineleriyle, tozlarıyla bugüne taşınması çok daha anlamlı olacaktı. O tozlar bugünün inşa edicileri gerçekte.
Bütün bunların ışığında Karabük demir Çelik Fabrikası benim için sadece bir endüstri tesisi değil. O esas olarak bir simge. Neyin simgesi? Endüstri devriminin… Neyin simgesi? Cumhuriyet Türkiye’sinin… Neyin simgesi? Karabük şehrinin… Neyin simgesi? Emeğin… Kısacası son 250 yılın toplamı var o dumanların altında. Böylesine anıtsal bir toplamı gözlemlediğimiz Karabük Demir Çelik, sadece bir fabrika diye düşünülebilir mi?
Ben de bu düşünceler ışığında Kardemir’e bakmaya çalıştım. Onun bugün dünyada sıkça gündeme getirilen Endüstriyel Miras olma özelliğinin öne çıkarılmasının yarınki kuşaklara bırakılacak en önemli miras olduğunu düşünüyorum. Tarihin kesintisizliği bir gerçek. Onun bir dönemini değersizleştirdiğinizde zincir kopuyor, bellek örseleniyor… Kısacası Karabük Demir Çelik, bu toprakların hafıza mekanlarından bir tanesi. Böyle bakılınca mutlaka “Efes Antik Kenti”nin üzerine nasıl titizleniyorsa, bu tür tesislere de aynı şekilde titizlenilmesi gerekiyor.

Fabrikayı fotoğraflamanın en etkileyici yanı neydi? Hangi ışık ve kompozisyonda daha güçlüydü yaptığınız çekimler?
Kardemir yapı itibariyle anıtsal özellikler taşıyor. Zamanın bütün izlerini taşıyan teknolojik göstergeleri, rengi, boyutu, çevreyle ilişkisi… Bu özelliklerin yanısıra burada Endüstri devrimi ve sonrasının bütün hikayesi duvarlara sinmiş durumda… Bir de tabii ki “insan” ve onun ortaya koyduğu “emek”. Bunların ışığında fotoğrafları yapılandırmaya çalıştım. Bunu şöyle ifade etsem yanlış olmaz sanırım; Kardemir size fotoğrafının nasıl çekilmesini söylüyor, onun fısıltılarına kulak vermek, sizin fotoğrafınızın estetik yapılanmasını belirliyor.
Sergideki fotoğrafların birçoğunda Portrelerin yanı sıra manzara içinde, uzaktaki figürler yani işçiler görünüyor. Ağırlıklı olarak işçileri kadraja almanızın nedeni var mıydı?
Kardemir insan olmadan olmayacak bir fabrika. Diğer taraftan insanın metali ergiterek onu gündelik yaşamında kullanması, uygarlaşma serüveninin en önemli kısmını oluşturuyor. İnsan metali açığa çıkarmış, metalde ona uygarlık yolunda büyük adımlar atmasının önünü açmış. Böylesine iç içe geçmiş bir hikayeyi, bütün aktörleri ile birlikte anlatmanız gerekir. Bir de Kardemir’in ve bütün demir çelik tesislerinin kullandığı modern teknoloji, insanın ilk metali ergitmesi yönteminin sadece çok gelişmişi… Orada yapılan üretime baktığınızda Hititlerin büyük körüklerle ısıyı arttırıp metali açığa çıkarmasını da görüyorsunuz. Bütün bunların ışığında Kardemir’e bakmaya çalıştım. Kardemir’in tarihinde insan hep “özne” olmuş ve burada insan çok acı bedeller ödemiş. O bedeller ödenmeseydi, belki Kardemir “kayan bir yıldız” misali, çeltik tarlalarının içinde kaybolup gidebilirdi. İnsan ve emek… her fotoğraf çalışmasının ana unsuru olmak zorunda.
Karabük’ü ilk kez fotoğraflamıyorsunuz. Daha önce de çektiğiniz ve kıyaslayabileceğiniz fotoğraflar var. Fakat ben en çok Karabük’ün geçmişini ve geleceğini az çok gözlemlemiş bir akademisyen olarak şehrin ve mirasının geleceğine bakışınızı merak ediyorum. Sizce Karabük nerede duruyor, nereye gidebilir?
Karabük gibi yeni kurulmuş şehirler, tarihlerini de inşa ederler. Bunu ilk andan itibaren bir “bilinç” meselesi olarak alabilen şehirler, hem kent yapılanması, kültürel ve sosyal gelişmişlik düzeyini çok yukarı çekebiliyorlar. Zira bu tür kentler, kuruluşundan itibaren bir “yaşam kültürü”de inşa ederler. Bu tür şehir örneklerini özellikle İngiltere, Almanya ve Amerika’da görmekteyiz.


Karabük, fabrikanın kurulması ile birlikte fabrikanın periferisinde gerçekleşen kent yapılanması ile tipik “Cumhuriyet Rüyası” izlerini taşıyor. Yenişehir bu anlamda inanılmaz bir model. Bu modelin kent büyüdükçe devam ettirilmemiş olması bir kadersizlik. Karabük’e tepelere çıkıp baktığınızda samimiyetle “yazık” edilmiş demek yanlış değil. Kent; insanların aklına geleni uygulayarak kent olmuyor, sadece binaların bir arada olduğu yapı topluluğu oluyor. Oysa kent, yaşayan organizmalardır ve organizmaların en büyük özelliği “kendine özgü düzeni” olmasıdır. Düzensiz kentleşme, sadece “mutsuz insan toplulukları”, yaşamayan yapı stokları anlamına gelir. Karabük’ün bir şansı, içinde örnek alınması gereken bir modelin yer alması. Karabük şehrinin yönetimine gelenler kompleks yapmadan Yenişehir modelini yeniden yorumlamalı ve tabii ki Kardemir’in bir dönemler kente müdahil olduğu gibi müdahil olmasına olanak tanınması. Kardemir sadece bir fabrika değildir. Bunu anlamak lazım. Kardemir gibi bir fabrikanın kentiyseniz, sizin kentinizin öznesi orasıdır. Kenti onun etrafında ona uygun kurmak zorundasınız… Karabük kendisine bu pencereden bakabilirse çok iyi olur. Bir avantajlı durumda Üniversite’nin varlığı. Onu da Kardemir gibi kente dahil etmek gerekir.