İçeriğe geç

Zühal İzmirli: KARABÜK ATATÜRK İLKOKULU GÜNLERİM

*Bu yazı Değerli Zühal İzmirli tarafından http://www.yenisehirmiras.com için yazılmıştır.

Neriman Oğuz öğretmenimizle Atatürk İlkokulu bahçesinde

Yoktan var edilen bir sanayi şehrindeki Atatürk İlkokulu’nda okumaktan çok mutluydum. Okulum merkezde, çarşının arka caddesinde, Yüzevler’in alt tarafındaki köşede yer alan dikdörtgen yapıda, uzun, iki katlı, sarı, büyük bir binaydı. Yıl 1957, 1958… İkinci sınıfı Sadi Kaya, üçüncü sınıfı Neriman Oğuz öğretmenlerimizde okuduğum, sevgiyle andığım okulum. İstasyon Caddesi’nden çarşıya doğru küçücük adımlarımızla yürüyerek okulumuza varırdık. Okulun önü kestaneci, simitçi, halka simitçi, turşucu, horoz şekerci, macuncu, tatlıcı, pamuk şekerci ile fuar yeri gibiydi. Bayrak törenlerimizi yağışlı günlerde, içerde alt ve üst salonda yapardık. Salonlar uzun ve genişti. Öğretmenlerimiz bizimle her zaman özenle ilgilenirlerdi.

Neriman öğretmenimiz, doğadaki bitkileri, çiçekleri tanımamız için bizi zaman zaman gözlem gezilerine götürürdü. Bazen de resim, hayat bilgisi ve beden eğitimi gibi derslerimizi okul bahçesindeki dar, uzun kameriyede neşe içinde yapardık.

1958 -59 öğretim yılı Atatürk İlkokulu bahçesi

Okuma alışkanlığı ve sevgisini öğretmenlerimiz bize öylesine vermişti ki yol kenarında gördüğümüz gazete parçalarını bile okumadan geçemezdik. Her gün evlerimize alınan gazeteleri okumak, haftalık mecmuaları takip etmek, biz çocuklar için büyük zevkti. Resimli tefrikaları bir an önce okumak için zaman zaman kardeşler arası gazete kapışmaları da olmuyor değildi. Masal kitapları, en zevk aldığımız alışkanlığımızdı. Bir tatile girerken okul müdürümüzün yaptığı konuşmada on tane masal kitabı okuma ve özetini yazma ödevini heyecanla karşılamış, elimde karnem ile koşarak eve gidip annemi apar topar çarşıya çıkarmış, Gazeteci Hasan Amca’nın tezgâhına sıraladığı masal kitaplarını seçerken çok mutlu olmuştum. Kare karton kapaklı, cezbeden resimleriyle on kitabı hazine gibi kucaklamış, güzel bir defter almış, bir an önce okumak için eve gitmek istemiştim. Hepimizin çocukluk anılarında yer alan; Pamuk Prenses, Kırmızı Başlıklı Kız, Çirkin Ördek Yavrusu, Deniz Kızı, Pinokyo, Kül Kedisi, Çizmeli Kedi….

            Çok soğuk, karlı kış günlerinde o kadar uzun yolu yürümemize kıyamayan babam, bizi arabayla okula gönderiyordu. Arkadaşlarım yürüyerek okula giderken bizim arabayla okula gelmemiz ayıp olur diye düşünerek çarşıda iniyor, okul sokağına bağlanan pasajdan ve derenin üzerindeki tahta köprüden geçerek okula giriyorduk. Bir gün okula geç kalmış, koşarak nefes nefese okula girmiş ama kardeşim de ben de sınıf kapılarımızı tıklayıp içeri girmeye utanmıştık. Her yer kar, buz içindeydi. Karlar erimeye başlamış, yürüdükçe potinlerimiz, pantolonlarımız dizlerimize kadar zırıl zırıl olmuş, ellerimiz eldivene rağmen kıpkırmızı olmuştu.  Üşütmeyelim diye bizi arabayla gönderen babam, öğlen yemeğinde eve geldiğinde geri döndüğümüzü duyarsa kızar diye evdeki koltukların arkasına saklanmıştık.

Kerrat cetveli (Çarpım tablosu) ise evde de okulda da kâbusumuzdu. Her matematik dersinde öğretmenimiz herkese rastgele sorunca çok heyecanlanırdık. Evde de işten gelen babamız hepimizi sedire oturtur, çarpım tablosu sorar, her bildiğimiz soru için 25 kuruş ödül verirdi. Bilemeyince çalışmamışsınız diye kızardı.

Eğitsel kollara çok önem verilir, toplantılar yapılır, yavrukurt çalışmaları için sık sık toplanılırdı. Uzun dalgalı kumral saçlarına bayıldığım genç bir öğretmenimiz, yavrukurt olmanın kurallarını öğretirdi. İzcilikle ilgili bilgileri zevkle dinlerdik; izci doğrudur, izci yalan söylemez, izci her gün bir iyilik yapar, izci herkese yardım eder, izci beceriklidir…. Yavrukurt elbiseleri giydiğimiz o günü ve aksesuarları nasıl takacağımızı öğrenmek güzel bir histi. Fularlarımız, kordonlarımız, izci kemerimiz, kahverengi berelerimizi takınca ne kadar ayrıcalıklı olduğumuzu düşünmüş, yürüyüşümüz bile değişmiş, okul bahçesi bir anda izci düdüğü ile çınlamıştı. Öğretmenimiz, bizleri gruplara ayırıp, “Her grup oba başkanını seçsin.” dediğinde, arkadaşlarım beni oba başkanı seçmişlerdi. Her obanın bir adı, bir flaması olması gerekiyordu. Seçtiğimiz objeyi flamaya oba başkanları işleyecek ve onlar taşıyacaktı. Arkadaşlarımızla hemen bir daire olup obamızın adının ne olacağını tartışmaya başladık. Ben kartal ya da kanarya olmasını istiyordum ama babası sütçü olan bir kız arkadaşımız çok sevdiği ineğinden ötürü obamızın adının inek olmasını tutturmuş ve sonunda kabul ettirmişti. Küçükten beri ineklerden korkuyordum, istemeyerek de olsa inek resmi olan bir flamayı taşıyacaktım. Annem flamaya inek resmini işlerken bir taraftan da ineğin ne kadar yararlı bir hayvan olduğunu anlatıp durdu. İkna olmuş, törenlerde obamızın inek resimli flamasını çok sevdiğim kaymak ve sütlaç hatırına taşımaya başlamıştım ama çocuk aklımla serçe ve kartal flaması taşıyan çocuklara da özenmiştim.     

Her yıl Yerli Malı Haftası’nı iple çeker; okulun salonuna sıraları birleştirerek uzun masalar kurardık. Ellerinde fileler ve kese kâğıtlarıyla dolu gelen çocuklar; çoğunlukla elma, portakal, ayva, iğde, kestane, ceviz, fındık, keçiboynuzu, dut kurusu getirirlerdi. Bunlarla güzel sofralar hazırlar, mutlulukla paylaştığımız yiyeceklerimizle şiirler ve gösteriler eşliğinde yerli malının önemini kavrardık. Çoğumuzun göğsünde kartonlara çizdiğimiz meyve ve yurdumuzda yetişen ürünlerin resimleri, elimizde kartondan yaptığımız kumbaralar… Hepimiz “Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı,” deyişini ve “Damlaya damlaya göl olur,” atasözünü tekrar eder dururduk.   

Okul salonunda yapılan Anneler Günü

Anneler gününe ise bütün sene boyunca temsillerle rontlarla hazırlanır, provalar için evlerimizde toplanırdık. Yine salona sıralardan sahne yapar, annelerimizi gösterilerimizi seyretmeye çağırırdık. Bir şölen gibi olurdu müsamerelerimiz. Bu coşkuyla çocuk radyosunu dinlemeyi, her çeşit müzikten zevk almayı, sinema, tiyatro ve konserlere gitmeyi çok severdik. 

Bizleri Atatürk, Cumhuriyet ve vatan aşkıyla; okuma, yazma, araştırma sevgisiyle yetiştiren tüm öğretmenlerime minnettarım… Onları hiç unutmadım. Ne zaman görsem hemen yanlarına koşar, ellerini saygıyla öperdim. Ben de onlardan öğrendiklerimi öğrencilerime öğretmeye çalıştım, özellikle de kitap okuma sevgisini verebilmek benim için çok önemliydi. Bizleri yetiştiren bu değerli öğretmenlerimiz her zaman anılarımızda yaşayacaklar. Mekânları cennet olsun…

                                                                                               Zühal İzmirli

Yorum bırakın